Değerli dostum Orman Mühendisi Hazin Cemal Bey, bana yayınlamam için Yörükler ve Keçiler ile ilgili bir makale gönderdi. Biraz uzun olabilir ama ilgiyle okuyacaksınız.
Çocukluğumda en sevdiğim hayvanlar köpekler ve keçilerdi. Yukardaki fotoğraf benim ilk fotoğrafımdır ve fotoğraftaki keçi ise benim en sevdiğim ve bağlandığım ilk hayvandır. Birlikte büyüdük neredeyse. Sürekli benimle birlikte dolaşırdı . İnanın hatırlamıyorum bir annesi var mıydı? Hikayenin sonunu anlatmayacağım fakat hayatımda en üzüldüğüm olaylardan birisidir.
Köyden İstanbul’a göç edene dek İlkokul yılları boyunca çobanlık da yaptım ve sürekli bu sevimli , inatçı hayvanları gözlemledim. Bu yazıyı okuduğumda ise birçok noktayı gözden kaçırdığımı farkettim. Keçilerin ağaçların doğal budayıcıları olduğunu mesela. İnsanların çok zor ulaşabileceği patikaları çok rahat kullanan ve dağların özgürlüğünün tadını en iyi çıkaran bu güzel hayvanların gelecekte de var olmasını istiyorum.
A.Kuyucu
[quote align=”center” color=”#999999″]YÖRÜKLER VE ONLARIN KEÇİLERİ
[/quote]
Karadeniz Bölgesinin denize bakan kısımlarındaki, daha çok gölge ağaçlarından oluşan nemli ormanları keçiler pek sevmez ve oralarda yaygın alarak ta bulunmaz.
Zaten nemli ekoloji insanın doğrudan baskısı olmazsa hızla kendini yeniler, ağaçlar hızla boylanır, altlarına ışık geçirmez ve keçilerin yiyebileceği bir şey bulunmaz. Keçilerde oralarda bulunmaktan hoşlanmaz. Zaten bu alanlarda keçi varlığı yok denecek kadar azdır.
Akdeniz deniz ikliminin egemen olduğu alanlarda, bir ışık ağacı olan Kızılçam (Pinus brutia) birliği egemendir. Kızılçam ormanları çabuk büyür ve hızla kendini yenileme özelliğine sahiptirler. Bu tür ormanların ana düşmanı ise orman yangınlarıdır. Orman yangınlarının çıkmasında, yayılmasında, şiddetlenip tepe yangınına dönmesinde ormanın altında ikinci bir tabaka olarak yaşayan ve genelde yaprakları aromatik yağ içeren fundalıklar baş aktördür. Bu alanlarda orman varlığını devam ettirebilmek fundalıkların kontrolü ile mümkündür.
İşte keçiler burada devreye girer ve kızılçama göre besleyici değeri daha fazla olan fundalıkları yemek suretiyle kontrol altında tutarak ormanların yangınla yok olmasını engeller. Yine orman içerisindeki keçi yolları yangına müdahaleyi kolaylaştırır. Bunun yanında keçiler olmasaydı fundalıklar, kızılçam ormanlarının altında, ışığın toprağa ulaşmasını engelleyecek şekilde sık ikinci bir tabaka oluştururdu ki, bu ortamda asla kızılçam tohumları çimlenip gelişemezlerdi. Böylece her ortadan kalkan kızılçam ormanının yerini fundalıklar doldururdu.
Ülkemiz keçi popülasyonunun önemli bir kısmı kızılçam birliğinde bulunmasına karşın bu ormanların görkeminden bir şey yitirmeden varlığını sağlıklı bir şekilde devam ettirmesinin ana nedeni budur. Keçi ve kızılçam neredeyse simbiyotik ilişki içerisinde bir birlerinin varlığını destekler. Kızılçam, ışığı altına geçirerek keçilerin ana besin kaynakları olan çalıların gelişmesini sağlar. Keçiler ve çobanları da bu çalıların fazla gelişip kızılçama zararlı hale gelmelerini engeller.
Akdeniz ikliminin egemen olduğu yerlerde birde pırnal meşesinin (Quercus coccifera) hakim olduğu alanlar vardır. Pırnal çalılıkları, kızılçamın dahi barınamayacağı derecede sığ topraklı, kayalık alanlarda yayılır. Buralar keçilerin doğal beslenme alanlarını oluşturur. Birim pırnallık alanda keçi varlığı o kadar artmıştır ki, yükü kaldıramaz hale gelmiştir. Bazı alanlarda 30-40 cm boyu aşamayan pırnallar, felakete uğramış orman manzaraları oluşturmuştur.
Keçiler kış ve bahar aylarında tüm sürgünleri yiyip bitirmekte, ağaçların kendilerini yenilemelerine dahi izin vermemektedir. Doğal keçi beslenme alanları olan pırnal çalılıkları (Quercus coccifera) kanunlar değiştirilip keçiler için otlak olarak tescillenmeli, verimlilikleri artırılmalı ve bir otlatma planı dahilinde otlatmaya açılmalıdır. Bu sahalar asla ibrelilerle ağaçlandırılmamalıdır. Zaten uzun vadede sonuçta alınmaz. Buralar ağaçlandırılıp telle çevrilince keçiler ne yapacak? Aç mı kalacak? Elbette ki gidip kat kat fazla katran (Cedrus libani), akçam (Pinus nigra) ya da ardıç (Juniperus) ormanını yiyip, süpürecek.
Nitekim tamda bu oldu. Kurak yada yarı kurak bu ekolojik sistemde ormanlar uç yaşama ve varolma koşullarına sahiptir. Bu ormanlar, var olma ile yok oluşun sınır değerlerinde varlığını sürdürür. Yoğun otlatma baskısı altında ve aşırı yüklenmeler afetlere eğilimli bir yapı oluşturur. Kısaca gereğinden fazla sayıya ulaşan keçiler, ekolojik özellikleri nedeniyle güçlükler içerisinde yaşayan katran, akçam, ardıç, yaprağını döken meşe orman birlikleri için bir felaket habercisi olup kurak, yarı kurak ve yüksek dağ ekosistemlerinde kesinlikle sayıları kontrol altında tutulmalıdır. Keçi varlığı kontrol altına alınmadan İç, Doğu ve Güneydoğu ormanları ile Karadeniz ve Akdeniz ardı ormanlarının arta kalanlarının korunması mümkün olmayacağı gibi yeni ormanların kurulması ve ekosistemin onarımı olanaksızdır. İşte bu hassa ekosistemde keçi ancak, orta yaştaki ormanlık alanlarda varlığını sürdürebilir. Gençlik alanlarından ve plan döneminde gençleştirilecek alanlardan belirli bir süre önce çıkartılarak sistemin kendini onarması ve gençleştirmeye hazır hale gelmesi sağlanmalıdır.
Günümüzde endüstriyel odun üretimimizin tamamına yakınını kızılçam ile nemli-yarı nemli orman alanlarından elde edilmektedir. Bu durum, yüksek dağ ormanları ile yarı kurak ormanların durumunu gösteren açık bir kanıttır. Oysa katran (Cedrus libani), yağ ardıç (Juniperus foetidissima) ve akçam (Pinus nigra) gibi dünyanın en değerli odun hammaddesinin bazılarının kaynağı buralardır.
Benim aklıma kırsal peyzaj denilince, yüksek dağ ormanları ve yarı kurak ormanlar gelir. Sanıldığından çok daha fazla biyolojik çeşitliliğe sahip bu ormanlar, var olma ile yok oluşun sınır değerlerindeki yaşamları, adım başı değişen peyzajları ile insanı farklı dünyalara götürür.
İşte keçi varlığının çok iyi planlanması gereken yerler bu hassas ekosistemlerdir. Buraları, sıra dışı bolluğun olduğu bahar aylarında mutlaka görülmelidir. Göreceğiniz manzaralar karşısında şaşıracağınızdan eminim. Bugünkü ormanlarımızın keçileri besleme gücü en aza indiğinden çoğu alanlarda keçi iki yaşında yeteri büyüklüğe ulaşabilmektedir. Keçi varlığımız yarı yarıya azaltılarak kontrol altında tutulabilse, bir yılda kesime gelen keçiler sayesinde et üretimi kaybı da olmayacaktır.
Keçi otlatması öyle planlanmalıdır ki, en azından yarar ve zararı dengelenebilsin. Hatta bu planlama köy bazına kadar indirilmelidir. Hangi köyün ormanlarında keçi otlatılacak, onların en yüksek sayısı ne olacak, baştan bilinmelidir. Bu uygulamada, sistem oturana kadar ek ekonomik destekler verilmelidir.
Keçi ve keçi çobanlığı diğer bir özelliği de stratejik öneme sahip olmasıdır. Keçiler daima hareket eden dağda taşta dolaşan güçlü, dayanıklı ve sert doğa koşullarının hayvanlarıdır. Keçi güdmek için çobanda en az keçi kadar dayanıklı ve sert olmalıdır. Keçi ve çobanı inanılması güç uzaklıklara, çıkılması olanaksız dağlara o kadar hızlı ulaşır ki, dünyada hiçbir canlının bunu yürüyerek başarmasına olanak yoktur. Keçiler ve çobanları dağların sahibidirler. Onlar dünyanın en iyi dağcıları, komandolarıdırlar. Aynı zamanda keçiler tamamen doğal ortamdan beslenirler ve yılda iki yavru yaparak hızla çoğalabilirler. Gerçekleşebilecek bir kriz ya da savaş halinde keçi ve çobanların önemi artar. Keçi çobanları ülke savunmasında doğuştan eğitilmiş askerlerdir. Hiç kimse bu dağları onlar kadar bilmez ve oranın kıt kaynaklarını onlar kadar kullanamaz.
Keçi çobanlığı doğuştan itibaren oluştuğuna, küçükten itibaren öğrenildiğine göre sonradan kazanılamaz. Bu nedenlerle keçi ve keçi çobanlarının varlığı çok önemlidir. Bunun yanında keçiler ve çobanları peyzaj mimarlarına ağaçların ilk makaslama öneklerini gösterip, uygulamalı olarak öğretmişlerdir.
Bu ağaçlara keçilerin verdiği forma bilimsel bir isim verilecek olsa sanırım ‘Keçiformis’ Çobanlarınkine ise ‘Çobanformis’ adını verirlerdi. Eğer bir ağaç türünü nasıl budayacağınızı bilmiyorsanız kolaylıkla keçiden ve onun çobanından öğrenebilirsiniz. Keçiformis ve Çobanformis’lerden oluşan doğal peyzaj görüntüleri mutlaka yerinde görüntülenmeli ve gezilmelidir. İnanıyorum ki, birçok insan hayrete düşecek, yüzlerce fotoğraf çekip önemli bir kaynak edinecektir. Özelliklede daha önceden budama yöntemleri bilinmeyen ya da yeteri kaynak bulunmayan türlerde önemli bir bilgi kaynağıdırlar.
Ayrıca keçiler çok güzel taş bahçeleri, Alpin bahçeler ve çitler tanzim ederler. Dünyada keçilerin tanzim ettiği kırsal peyzajın en güzel örnekleri ülkemizde yer alır. Bazı özel alanlarda keçi baskısı bilinçli olarak devam ettirilmeli turizm amaçlı yararlanılmalı diye de düşünmeden edemiyor insan. Keçiler ve keçi çobanları ağaçların, çalıların, otların, dağın, taşın dilini o kadar güzel bilirler ki, onlarla biraz sohbet etseniz şaşkına dönersiniz.
Son zamanlarda ormanları yemeyen coğrafyamıza yabancı keçi türleri köylülere dağıtılarak ormanların korunabileceği düşüncesi yaygınlaşmış hatta uygulamaya sokulmuş bulunuyor. Sanılıyor ki bu keçileri alan köylü mutlu olacak. Mutlu olacakta ona ne yedireceğini bir bilse. O ormanda dolaşamıyor ki, besini ayağına istiyor, daha çokta ot yiyebiliyor. Ormana gitse orası burası çizilip kangren oluyor, sert bir dalı ısırsa dişi kırılıyor, ağaca çıkmak isterse düşüp kolunu bacağını kırıyor, kafası taşa gelirse ölüyor. Yörükler bunlara benzeyen hayvanlara zaten koyun diyor. Ormanlık alandaki vatandaşa koyun çare olsaydı, keçiye ne gerek kalırdı.
Sanırım keçi gibi, inatçı, sert olan milletimizin koyun güderek uysallaşacağı düşünülüyor. Esasında ormanların, otlakların hızla tahribatı traktörün gelişiyle gerçekleştiği görmezden geliniyor. Pulluk baskısı meşe, ardıç, ormanlarını, otlakları kasıp kavurdu, ağaçları, otları köklerinden söktü, bozkırı, yarı kurak ormanları talan etti. Zaten sınır değerlerde yaşayan kuru orman ve bozkır ekosistemi hızla yıkıldı. Pulluğun marifetleri bununla da bitmedi. Öküzle eşyükselti eğrilerine paralel sürülen tarlaları yukarıdan aşağıya toprağı devirerek sürmeye başladı. Her sürümde pulluk alttaki kili yüzeye çıkardı. Organik madde ve kil yavaş yavaş suda çözündü, ardından aktı, gitti, bilinmeyen yerlere sürüklendi.
Yağışlı dönemde kıpkırmızı akan dereler, diğer zamanlarda kurudu. Su kıtlaştı. Her taraf boz ama bomboz verimsiz, terk edilmiş, oyuklarla, yarıklarla, taşlarla dolu tarlalara kesti, şehre amansız göç başladı. Oysa bu topraklar 7000 bin yıldır yerinde duruyordu, dereler akıyordu. Buna kimse bir şey demiyor. Sanırım soruna çözüm aranmıyor da yapay bir suçlu aranıyor. Birde buna betona kesmiş ovaları, lağım akan dereleri, kirlenmiş gölleri ekleyin. Bence suçlu keçi değil geleneklerinden, geçmişinden kopmuş, ne yaptığını bilmeyen, amaçla aracı karıştırıp para hırsına kapılmış bizleriz.
Yazık değil mi bu keçilere, Yörüklere, binlerce yıllık geçmişimize, kültürümüze. Geçmişte yapılan hataları tekrarlamadan, hangi ormanda, hangi yaş sınıfında ne zaman ne kadar keçi olacağını planlamak çok mu zor? Ben çocuklarıma acıyorum. Onların keçileri, çobanlarını gelecekte de görmesini istiyorum. Dağlarımıza egemen olmak istiyorum. Biz egemen olmazsak buralarını başkalarının dolduracağından korkuyorum. Hatta bir ayrıcalık sağlanarak Sarıkeçililer gibi bu işi yapan sayıları çok azalmış Yörüklerin özel koruma altına alınmasını, onlara ayrıcalıklı davranılmasını, ekonomik destek verilmesini, yerleşmelerinin engellenmesi umuyorum.
Varsın okula gidemesinler, bu eğitim sisteminde gitsinler de gavur hayranı ya da arap hayranı mı olsunlar, dillerini, dinlerini mi unutsunlar? Sapkın inançlara mı kapılsınlar? Düşünme yeteneklerini mi kaybetsinler? Bilim üretemez hale gelip Köle mi olsunlar? Hoşça kal, sağlıcakla kal değil de bay bay mı desinler. Ötügen gücünü mü kaybetsinler? Çokta okula gitmeleri gerekiyorsa okulu ayaklarına götürmek çok mu zor? Bu kadarını da hak ettiklerini düşünüyorum. Unutmamak gerekir ki, keçi çobanlığı bir yok oldu mu biter. Binlerce yıllık kültür uçar gider. Dağlarımız öksüz kalır, bize küser. Bir keçi peynirinin tadına baksanız ne demek istediğimi anlarsınız. Ben gelecekte de keçi peyniri yemek istiyorum. Sığır çobanı (kovboy) filmi seyretmek istemiyorum. Keçi çobanlarını filmlerde değil canlı görmek istiyorum. Sığırı conide güder iş keçiyi güdmekte. Böyle düşünüyorum, değişmeye de hiç niyetim yok. Bunları söylemek istiyorum. Ne yapayım. Buda benim özgürlüğüm.
Hazin cemal GÜLTEKİN 2010 haziran